Fr, 29.Mär.2024 - 13:36
Dünya Klasikleri

Bestseller Dünya 
Klasikleri Seti 
(10 Kitap Birarada) 
Dünyanın Okuduğu Kitaplar

Tolstoy
BÜTÜN DÜNYADA YILLARDIR OKUNAN VE MİLYONLARIN KÜTÜPHANESİNDE YERALAN BESTSELLER DÜNYA KLASİKLERİ SETİ SÜPER FİYATLA EVİNİZE GELIYOR. BÜYÜK BOY TAM 10 ROMAN 69,- EURO YERİNE ŞİMDİ SADECE 25,- EURO!...
BU ROMANLAR, DÜNYAYA BAKIŞINIZI DEĞİŞTİRECEK, HAYATA YENİDEN BAŞLAMANIZI SAĞLAYACAK!...
TÜRK KİTABEVİ'NIN KAMPANYASI STOKLARLA SINIRLIDIR. SİPARİŞİNİZİ VERMENİZ İCİN ACELE EDİNİZ!...

SETİMİZDEKİ ESERLER.

1) BİR GENCİN DRAMI (TOLSTOY): 

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı danseder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca bir gencin, sahile vuran deniz yıldızlarını birer birer alıp okyanusa fırlattığını fark eder. Genç adama yaklaşır ve sorar:
“Neden bu deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun?” Genç adam şöyle cevap verir: “Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.” Bunun üzerine yazar: “Kilometrelerce sahil, binlerce deniz yıldızı var. Bunların hepsini nasıl kurtaracaksın? Ne farkeder ki der.” Genç adam eğilip yerden bir deniz yıldızı daha alır, okyanusa fırlatır. “Onun için farketti ama...”

2) BİR MUCİZEDİR YAŞAMAK (MAUPASSANT):

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştır. Bir gün çırağını tuz almaya gönderir. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan bu çırak döndüğünde, yaşlı usta ona bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyler. Çırak, yaşlı adamın dediğini yapar ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başlar. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “acı” diye cevap verir. Usta gülerek çırağı kolundan tutar ve dışarı çıkarır. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta aynı soruyu sorar. “Tadı nasıl?” “Ferahlatıcı” diye cevap verir çırak. “Tuzun tadını aldın mı?” diye sorar yaşlı adam, “hayır” diye cevaplar çırağı, usta çırağının yanına oturur şöyle der: “Yaşamdaki acılarda tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının şiddeti, neyin içine konulduğuna bağlıdır.” Acı olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış... 

3) GÜL BAHÇESI (MEVLANA) :

Bir adam hileyle kuşun birini tuzağa düşürerek yakaladı. Kuş dile geldi, yalvardı: “Ey ulu insan, sen koyunları, öküzleri yedin, bir çok deveyi kurban ettin. Bu dünyada onlarla bile doymadın, benimle mi doyacaksın? Eğer beni bırakırsan ben sana üç öğüt vereceğim. Bunlara uyarsan her müşkülün hallolur.” “Birincisini, elindeyken vereyim, eğer beğenirsen beni bırakırsın. İkincisini şu dama konarken, üçüncüsünü de şu ulu ağaçta söylerim.” dedi. Adam kuşu sıkı sıkıya turarak: “Haydi söyle bakalım, eğer beğenirsem seni bırakırım.” dedi. 
Kuşçağız ilk öğüdü söyledi: “Olmayacak sözü kim söylerse söylesin, inanma.” dedi. Adam öğüdü beğenerek kuşu bıraktı. Kuş uçarak adamın saçağına kondu. İkinci öğüdünü söyledi: “Geçmiş gitmiş şeylere, kaçmış fırsatlara ah vah etme.” dedi. Sonra biraz geriye çekilerek orada bulunan ulu ağaca kondu: “Benim karnımda on bir dirhem ağırlığında paha biçilmez bir inci vardı. Eğer beni kaçırmasaydın o şimdi senin olacaktı.” dedi. Bunu duyan adam ağlayıp inlemeye, saçını başını yolmaya başladı. Bunu gören kuş seslendi: “Ben sana geçmiş gitmiş fırsatlar için ah vah edip üzülme demedim mi? Madem fırsatı kaçırdın, neden üzülüp duruyorsun? Ya öğüdümü dinleme- din yahut da sağırsın. Ayrıca sana olmayacak şeye inanma demedim mi? Benim bütün ağırlığım üç dirhem, karnımda nasıl on bir dirhem ağırlığında inci bulunabilir?” Bunun üzerine adam kendi kendine: “Şimdi söylediklerini daha iyi anladım. Haydi şimdi de üçüncü öğüdünü söyle bakalım.” dedi. Kuş: “Allah için o iki öğüdü güzelce tutun da benden üçüncüsünü mü istiyorsun? Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak toprağa tohum atmak gibidir. Aptallık ve bilgisizlik yırtığı, yama tutmaz.” diyerek uçup gitti. 

4) HAYATIN ANLAMI (TOLSTOY):

Bir gün çok zengin bir adam oğlunu yanına alarak, insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için bir köye gotürdü. Çok fakir bir ailenin evinde bir gün-bir gece geçirdiler.
Şehre dönerken baba oğluna sordu: “Yolculuğumuzu nasıl buldun?” "Çok güzeldi babacığım" diye cevap verdi oğul. “İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün değil mi?" "Evet." "Peki ne öğrendin?" "Şunu gördüm" dedi oğul: "Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına gelen bir havuzumuz var, onların kilomet-relerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim terasımız ön bahçeye kadar, onların ki ise ufka kadar uzanıyor." Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve çocuk ekledi: "Ne kadar fakir olduğumuzu gös-terdiğiniz için, teşekkür ederim babacığım!” 

5) HER ŞEYE RAĞMEN SEVGI (TOLSTOY): 

Bir gün ermişlerden birine sormuşlar: “Sevginin sözünü edenler ile sevgiyi gerçekten yaşayanlar arasında ne fark vardır.” “Bakın göstereyim” demiş ermiş. Bir sofra hazırlamış. Bu sofraya sevgiyi dilinden düşürmeyen; ama dilden gönüle indirmeyen kişileri çağırmışlar. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken, sıcak çorbalar ve arkasından da “derviş kaşığı” denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş.
Ermiş: “Bu kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir şart koşmuş. “Öyle kaşığın çukur kısmına yakın yerden tutmak yok.” “Peki” demişler ve çorbayı içmeye başlamışlar. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, sofradaki hiç kimse, çorbayı döküp saçmadan bir türlü ağzına götüremiyormuş. En sonunda, bakmışlar bu iş olmuyar, çorbadan vazgeçip, öylece aç aç kalkmışlar sofradan. Onlar safradan kalktıktan sonra, ermiş: “Şimdi de sevgiyi gerçekten bilip yaşayanları çağıralım sofraya.” demiş.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar oturmuş sofraya. Ermiş: “Buyrun bakalım” deyince de, her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatıp içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş olarak, şükür içinde sofradan kalkmışlar. “İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim ki, kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. Şunu da unutmayın ki, hayat pazarında alan değil, her zaman veren kazançlıdır.” 

6) KADININ RUHU (TOLSTOY):

Sevildiğini hisseden kadın kadar çekilmez bir şey yoktur...
Kadının gerçekte, namert ve tehlikeli olan tabiatı, öyle bir safhada, adeta öldürücü bir mahiyet alır. Yabani kedilikten, zehirli yılanlığa geçer ve gitgide, hayalimizin ölçemeyeceği kadar derin, nihayetsiz ve tuzlu kötülük denizinde, gülerek çırılçıplak yüzmeye başlar.

7) KİME ANLATSAM KEDERİMI (ÇEHOV): 

Dağın birinde bir bilge kişi yaşarmış. Herkes tarafından sayılır sevilir-miş. Gençlerden biri, bilgenin bilgeliğini kabul etmeyip maskesini düşürmek istemiş ve bir plan kurmuş.
Küçük bir kuşu avucunun arasına yerleştirmiş ve bilgeye sormuş; “Söyle bilge, avuçlarımın arasındaki bu kuş ölü mü diri mi?”
Bilge şöyle bakmış ve demiş ki, “Evlat! Ölü desem avuçlarını açıp kuşu uçuracaksın, diri desem sıkıp öldüreceksin. Ellerinde yaşam ve ölümü birlikte tutuyorsun, gel bu kararı bana verdirme, kendin ver!” 

8) MUTLULUĞUN KIYISINDA (DOSTOYEVSKI):

Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelen-leri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Birgün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edeme-yecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine yöneldi aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerdeki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeri aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman ihtiyaç vardı.

9) ÖLÜME BOYUN EĞMEYEN (JACK LONDON) :

Savaşın en kanlı günlerinden bir gün... Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu: “Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?”
“Delirdin mi?” der gibi baktı teğmen... “Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş... Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın.” Asker ısrar etti ve teğmen “peki” dedi. “Git o zaman.”
Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü: “Sana değmez, hayatını tehlikeye atma demiştim. Bu zaten ölmüş.”
“Değdi teğmenim” dedi asker... “Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı. “Geleceğini biliyordum!..” demişti arkadaşı. “Geleceğini biliyordum!” 

10) YALNIZ ADAMIN HAYALLERI (J.J. ROSSEAU):

Karlı bir kış günüydü. Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç, yalnız yaşa-yan bir adamın evinin penceresinin dışına gelip gagasıyla camı tıklatmış, adeta adamın onun içeri girmesine müsade etmesini istemiş. Yalnız adam bu isteği görmüş, “olmaz alamam, git başımdan” der gibi kuşu kovalamış, sonra da kendi kendine söylenmiş; “Hıh, camı tıklatmakla kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba?.."
Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış, rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı daha başka düşünceler sarmış, kırlangıcın arkadaşlığını geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş. “Keşke kuşu içeri alsaydım. Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır, cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı.” demiş. Ertesi sabah ilk işi pencereyi açıp etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş. Ama görememiş zavallı kırlangıcı... Uzun kış geçmiş yine yaz gelmiş... Etrafta kırlangıçlar, cıvıldayarak uçmaya başlayınca; yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış. Onun hevesle havada uçan kırlangıçlara baktığını gören komşusu hikâyeyi öğrenince hafif buruk bir sesle: “Sevgili komşum anlaşılan sen kırlangıçların altı aylık ömürleri olduğunu bilmiyordun?” demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş ama üzülmek içinde artık geç kaldığını anlamış...
Yazar: Tolstoy
Yayın evi: Neden Kitap
25,00 €
69,00 €
64 % daha ucuz
Bu ürünü alanlar başka neler almışlar?
 
Değerlendirme
Yorum bulunmamaktadır: Yorum yazınız!